Sunday, April 24, 2016

"Şark Sorunu" asıl şimdi başladı!

"Şark Sorunu" asıl şimdi başladı!

Cizre’de yaşanan vahşeti 1 ay boyunca günbegün canlı izledik. Bundan sadece 1-2 hafta önce yaşayan,  çoğunluğu 20 yaşın altında gençler olan, yüzden fazla insan, bugün yaşamıyor. Bundan sadece 1-2 hafta önce yaralı olan ve bizden 1 bardak su isteyen insanlar, bugün yoklar. Bu insanlar yavaş yavaş, acı çektirile çektirile, yanlarındaki insanların ölümüne şahitlik ettirilerek, ölüler ve yaralılarla iç içe, susuz, aç bir şekilde işkence edilerek, yakılarak katledildiler.
Ve bu insanlar her aşaması bize izlettirilerek katledildiler. Belli ki bizlerin sessizliği test edilmek istendi. Sessizliğimiz Cizre ile onaylandı. Cizre’den sonra artık daha büyük katliamlar bekleyebiliriz böylece.
Bu katliamla birlikte özellikle bir bilgi kirliliği de yaratıldı. Yandaş medya ile desteklenen bu kirli bilgi akışı öyle bir noktaya geldi ki, Cizre’de neler olduğuna dair kafalar epey karıştı.
O nedenle önce günbegün Cizre’de neler yaşandığına bir bakalım:

Çocuğun yararının korunması barışa ertelenemez!

“Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu” isimli bir  rapor okuyorum. Rapor Hümanist Büro tarafından “Savaş İstemiyoruz, Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz” Girişimi için hazırlanmış.
Temmuz 2015 ve sonrasına odaklanan raporun amacı bu süreçte Kürt illerinde hayatını kaybeden, yaralanan çocukların ve onların başına bu sonuçların gelmesine neden olan olayların görülmesini sağlamak.

Suriçi'nde 6 günde harabeye çevrilen mahalleler

Suriçi’nde 6 günde harabeye çevrilen mahalleler Diyarbakır Suriçi’ndeyim. 27 Ocak’ta Suriçi’ndeki sokağa çıkma yasağı genişletilmiş ve 2 Aralıktan beri 6 mahallede devam eden sokağa çıkma yasağına 5 mahalle daha eklenmişti. Bu yeni eklenen mahallelerde sokağa çıkma yasağı 3 Şubat’ta kaldırıldı. Sokağa çıkma yasağının sadece 6 gün sürdüğü  Ziya Gökalp ve Lalebey Mahallelerindeyim. 
Uzun yıllardır sivil toplum çalışmaları yaptığım bu mahallelerde yaşayanları, esnafı, özellikle mahallenin gençlerini iyi tanıyorum. 
Ziya Gökalp Mahallesi Muhtarı Muhsin Sanay ile her zaman buluştuğumuz muhtarlıkta bulaşamıyoruz, çünkü uzun uğraşlarla yapılan muhtarlık binası artık yerinde değil. Bombalanan binanın parçaları yüzlerce metre öteye kadar savrulmuş. Binanın yerinde koca bir delik açılmış. Muhtar 3 gün aramadan sonra muhtarlık mührünü bulabilmiş. “Artık mührüm cebimde, bir de zımba ve makas aldık mı, tamam” diyor. 

Futbolda asker selamı

Futbolla ilgili biri değilim hatta hiç anlamam. Ancak Amedspor, Cizrespor gibi Bölge takımlarının başlarına gelenler ister istemez, benim gibi futbolla ilgilenmeyen birçok Kürt'ü de futbolla ilgilenmek durumunda bırakıyor.
Geçen yıl Cizrespor amatör kümeden kupada gruplara kalan ilk takım oldu. Göztepe maçında ırkçılar Cizrespor’a saldırmasına rağmen, ceza Cizrespor’a kesildi. Geçen yıl şampiyon olup 3. lige çıkan Cizrespor’a, bu yıl da evinde maç oynatılmayarak, her türlü ceza kesildi. Öyle bir noktaya gelindi ki Cizrespor isyan ederek ligden çekildiğini açıkladı.

Saturday, April 16, 2016

Cizre, bizi affetme!

Gözümüzün önünde yaşanıyor her şey!

Cizre’de bir eve yapılan havan toplu saldırı sonunda bir bodrum katına sığındı insanlar. 8 gündür bir bodrum katında yaralı insanlar can çekişiyor. 25 yaralıdan 6’sı yaşamını kaybetti. Bir ambulans gönderemedik!
Ambulans nedense her gittiğinde ateş açılıyor. Hükümet yetkilileri söyledikleri saçma sapan şeyleri halka yutturmaya çalışıyorlar. Evde yaralı olmayabileceği söyleniyor, daha sonra ambulanslar gittiğinde YDG-H’lıların ateş açtığı söyleniyor. Hiç kimse de sormuyor, içeridekiler kim, yaralılar kim ki, yaralıları almak için gelen ambulansa YDG-H’lılar ateş açsın? İktidar sürekli gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor. Hâlbuki iktidarın yapacağı şey basit:
Gelişigüzel insanları tarayan özel timlerini 1 saatlik çekse, ambulansa bile gerek kalmadan, birkaç yüz metre ötede kendini döven Cizreli analar gidip evlatlarını sırtlayıp zaten getirecekler.

“Kirli” bir pazarlığın ortasında, Kürtler ve Cizre!

Avrupa Parlamentosunda 12.si düzenlenen “Avrupa Birliği, Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler Konferansı”  için Brüksel’deyim.
Pazartesi günü Brüksel yolunda ise aklımdaki tek şey Cumartesiden beri Cizre’de Cudi Mahallesinde 5 katlı bir binanın bodrum katında ambulans bekleyen yaralı insanlar. Bodrum katına sığınan bu 34 kişinin 28’i yaralı, bu yaralılardan 18’inin durumu ağır. Ve günlerdir ambulans gitmediği için bu insanlar tüm Türkiye’nin hatta dünyanın gözleri önünde tek tek ölüyorlar.
Konferansa katılım yoğun. Avrupa parlamentosundan milletvekilleri, HDP milletvekilleri, akademi, sivil toplum, medyanın yanı sıra Nobel ödüllü Doğu-Timor’un eski Başkanı Jose Ramos-Horta, Shirin Ebadi, Leyla Zana, Selahattin Demirtaş gibi isimler de var.

Ankara’ya söyleyin, biz çıldırdık!

Sosyal medyada bakamadığım görüntülere her gün yenisi ekleniyor.
Geçen hafta Van’da karın üzerinde alınlarından vurularak katledilmiş gencecik bedenlerin resmi dolaşıyordu. 12 evlat, 12 can öylesine, tek kurşunla, buz gibi, karın üzerinde… Daha sonra dolaşan ise 65 yaşındaki Hasan Amca’nın görüntüsüydü Yüksekova’dan. Kafasının yarısı yok. TOMA ezmiş. Hafızama kaydediyorum.
Beynim son aylarda sadece görüntü biriktiriyor:
Helin’in yerdeki görüntüsü.
Ekin Van’ın çıplak sürülen cesedinin görüntüsü.
Bir panzerin arkasında sürüklenen Hacı Birlik’in görüntüsü.
Ağrı’da katledilen fırın işçisi Emrah ve Orhan’ın birlikte çektirdikleri, belki de tek resimlerinin görüntüsü…

Thursday, April 14, 2016

'Barış İçin Akademisyenleri 'ama'sız, 'fakat'sız destekleyebilmek

Akademisyenlerin barış bildirisinden hemen sonra yaşananlar Nazi Almanya’sını aratmıyor.
Nitekim başta Erdoğan olmak üzere iktidarın hedef göstermesi sonucu Barış İçin Akademisyenler adı altında toplanarak bildiriye imza atan akademisyenlere soruşturmalar, işten atılmalar, gözaltılar, tehditler hızla geldi, gelmeye de devam ediyor.
Bu tehditler öyle boyutlara geldi ki akademisyenlerden çok az bir kısmı bildiriden imzalarını çekmek durumunda kaldılar. İmzalarını çekmek durumunda kalan akademisyenlerin yaşadıkları koşulların ağırlığını, aldıkları tehditlerin boyutlarını bilmeden onlara yapılan eleştirileri de doğru bulmuyorum. Yıllar önce Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde doktora yaparken, doktorayı yarım bırakmak durumunda kalmış bir kişi olarak, bazı illerde bir aydın olarak sadece yaşıyor olmanın ağırlığının bile farkındayım. Bu nedenle bu bildiriyi imzalayan akademisyenler kadar, baskı sonucu imzasını çekmek durumunda kalmış akademisyenlerin de yanındayım.

“Yaz kızım, barış istiyorum”

Diyarbakır İnsan Hakları Derneği bugün sokağa çıkma yasakları sırasında meydana gelen yaşam hakkı ihlallerine ilişkin önemli bir rapor açıkladı. Rapor 16 Ağustos 2015-10 Ocak 2016 arası dönemi kapsıyor. Rapora göre:
  • Bölgede 7 kente bağlı 19 ilçede 59 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Silvan’da 6 kez, Lice’de 9 kez, Cizre’de 5 kez, Sur’da 6 kez, Nusaybin’de 7 kez, Yüksekova’da 4 kez… gibi rapor bu yasakların  detaylı listesini veriyor.
  • Tüm bu sokağa çıkma yasakları sırasında yaşamını yitiren sivillerin sayısı 170. Bu sadece sivil rakamlar. Bu rakamların içerisinde asker, polis, YDG-H üyesi ya da PKK’li yok.  Bu 170 sivilin 29’u çocuk, 39’u kadın.
  • Sokağa çıkma yasakları sırasında yaralanan sivillerin sayısı 145. Bunların bir kısmı ağır yaralı.
Memleketim Diyarbakır’ın rakamlarına baktığımızda, bu süre içerisinde sadece Diyarbakır’da 38 sivilin yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Bunların 10’u çocuk.

'Kuzey İrlanda barış süreci'nden öğreneceklerimiz

Karanlık günlerden geçiyoruz. Bölge illerinden neredeyse saat başı ölüm haberleri geliyor. Bu karanlığı bitirmenin tek yolu müzakere masasına geri dönmek. Bu savaşın kazananı olmayacak. Masaya dönmenin dışında hiçbir çözüm yok.
Çatışmanın yaşandığı birçok ülkede, dönem dönem müzakere masası bozulabiliyor. Önemli olan masaya dönüş iradesini tekrar gösterebilmek.
Her çatışma ve barış süreci kendine özgüdür, genel bir modeli yoktur, ancak diğer ülke deneyimlerini bilmek hataların tekrar edilmemesini sağlar.
Geçmiş yıllarda DPI’ın (Demokratik Gelişim Enstitüsü) düzenlediği gezilerle birkaç kez gitme fırsatı bulduğum Kuzey İrlanda’da yürütülen barış sürecinden de öğreneceklerimiz olduğunu düşünüyorum. İlk etapta aklıma gelenleri kısaca özetlemeye çalışacağım:

Sur’da zulüm var: Bırak bir insanı, 15 gün insan bir sineği bile yerde bırakmaz

Akşam geç vakit telefonum çalıyor. Hasırlı Mahallesi’nden tanıdığım bir genç, Ahmet. Ahmet utana sıkıla konuşuyor “Nurcan Abla kusura bakma aradığım için, ama çok zor bir durumdayız, bize varsa battaniye, bir tane de soba bulabilir misin?”
Hasırlı’da oturan Ahmet ve ailesi uzun süre mahalleden çıkmamak için direndiler, doğrusu gidecek bir yerleri de yoktu. Sur’da 3 hafta önce sokağa çıkma yasağına verilen 17 saatlik ara sırasında, Hasırlı’dan çıkarak, Sur’un nispeten daha güvenli bir mahallesi olan İskenderpaşa Mahallesi’nde bir ev kiralayarak oraya yerleştiler. Eşyaları Hasırlı’da kendi evlerinde kaldı. Valilik’ten 500 TL, Kaymakamlıktan da 200 TL yardım almışlar şimdiye kadar. Bu yardımlar daha çok kiraya gitmiş. 3’ü bebek denecek yaşta 10 kişilik bir aileler.

Thursday, April 7, 2016

Diyarbakır yeni bir yıla girerken kar altında ölü bedenler var!

Diyarbakır yeni bir yıla girerken kar altında ölü bedenler var!

Bugün tam 11. gün. 11 gündür Diyarbakır’da öldürülen 2 gencin cenazeleri, 21 yaşındaki İsa Oran ve 25 yaşındaki Mesut Seviktek’in cenazeleri, Suriçi’nde bir okulun bahçesinde, defnedilmeyi bekliyorlar.
2 gündür bu cenazelerin oradan çıkarılıp gömülebilmesi için yetkililerle görüşüyoruz. Ama hiçbir mesafe kat etmiş değiliz.

Tankın topun altında yeni yıl

Tankın topun altında yeni yıl

“Gecelerdir Türk Devleti’nin tank ve topları başımızda. Binlerce askeri, polisi üzerimize saldılar. Neredeyse 1 sivile 70 güvenlik görevlisi düşüyor. Tank ve topla üzerimize geliyorlar. Bizim tek savunmamız kapımız, penceremiz. Devlet fermanımızı çıkarmış… Evlerimizi yakıp yıkıyorlar, hayvanlarımızı vuruyorlar, çocuklarımızı öldürüyorlar. İçimizde PKK yok, burada biz varız, çocuklarımız, gençlerimiz var. Şu ana kadar siviller dışında bir PKK’lı öldürüldü mü? Ölenlerin hepsi sivil. 11 insan öldü. Cenazelerimiz evlerde, gömemiyoruz. Ne canımız kaldı, ne malımız, ne evimiz, ne çocuğumuz. Hiçbir şeyimiz kalmadı. Ne kaçabiliyoruz, ne de burada yaşayabiliyoruz. Kıyamete kadar saldırsalar bizi, Kürtleri bitiremezler. Burada bitsek bile dünyanın her yanında Kürtler var. Kundaktaki çocuğumuza kadar kalsak da direniriz. Türk Devleti boşuna uğraşıyor.”
BBC Türkçe’nin yayınlandığı[1], Silopi’de bir bodruma sığınmış insanların konuşmaları bunlar. Karanlık bodrumda tıkış tıkış 6-7 kadın ve 20-30’a yakın çocuk görünüyor videoda.

"Açlık Oyunları"nı izlemek!

"Açlık Oyunları"nı izlemek!

Bölgede cenazelerin bile gömülemediği günlerden geçiyoruz. Şuana kadar gömülemeyen 10-12 arasında cenaze olduğu belirtiliyor. Bu cenazelerin bir kısmı evlerde, bozulmaması için üstlerine buz kalıpları bırakıyor aileleri. Kimisi de sokaklarda öylece duruyor.
Bunlardan biri de 57 yaşındaki, 11 çocuklu Taybet İnan’ın cenazesi. Taybet İnan’ın cenazesi tam 1 haftadır, Silopi’de, öldürüldüğü yerde, bir sokağın ortasında öylece duruyor.
“Öylece sokakta yatıyor annem”

"Bu savaşı istemiyoruz" demek için, şimdi değilse, ne zaman?

"Bu savaşı istemiyoruz" demek için, şimdi değilse, ne zaman?

Cehennemi aratmayan günlerden geçiyoruz. 17 saatlik bir aranın dışında, Suriçi’nde sokağa çıkma yasağı 21. gününde. Cizre ve Silopi’de de sokağa çıkma yasağı günlerdir devam ediyor. Her gün yeni ölüm haberleri geliyor. Memleketim yanıyor!
Suriçi’nin hemen dibindeki büromda patlama ve kurşun sesleri arasında haftalardır toplumun farklı kesimlerinden insanlarla, imamlarla, cemaatlerle, farklı etnik ve inançsal gruplarla, sivil toplum örgütleriyle, kadın örgütleriyle, çocuk örgütleriyle toplanarak bu devam eden ateşe nasıl bir tas su dökebileceğimizi tartışıyoruz.
Bu hafta başında bu toplantılardan birini daha sevgili Oya Baydar, Mebuse Tekay, Celal Başlangıç’ın da katılımıyla yaptık. Diyarbakır’daki sivil toplum temsilcileri, iş insanları, aktivistler, imamlar, aydınlar bir araya gelerek uzun uzun neler yapabileceğimizi tartıştık. Türkiye’de savaşa, zulme karşı olan insanlar olarak bir çıkış arıyoruz.

Wednesday, April 6, 2016

You have Toledo, Sur is ours!

You have Toledo, Sur is ours! *   
   
…And now these historical lands of thousands years are vitalizing. Fruitfulness story is being written over again. The fortresses that witness the history will go to stand up in front of Tigris with all their majesties. Sur will open its doors with all its stature. This precious city will be again beautiful. Mosques, prayer rooms will go to again salute the visitors. Prayer calls will not cease from Bursa Ulu Mosque’s sibling Diyarbakır’s Ulu Mosque’s minaret. The charity fountains in front of the doors of Diyarbakır houses will go to flow in a rich voice and will going to fulfill the city’s thirst. During hot summer days, the courtyards will be filled with people who want to cool off and to rest. The sounds of ornamental pools in the courtyards will go to be mixed with children’s laughter. Arbors will challenge the Sun, will going to host household under their shadow. Iwans will be cheered again with people’s chats. Seljuk and Ottoman handicrafts will be exhibited in living rooms. Families will find peace again. Those beautiful divans and carpets will continue to impress. Every courtyard will be transformed into a family story. Each of the historical stairs will go to inspire the future. All the courtyards’ rooms will go to breath. The Famous Four Feet Minaret will going to continue to remind our unity and solidarity to everybody…”


These words are from the animation film prepared for Sur by the Prime Ministry. There are plenty of sounds of prayer calls, constructions assimilating bibelots and of course a big Turkish flag waving on top of fortresses. This extremely terribly prepared video is pretty away from the 7000 years Sur’s spirit. 

Sunday, April 3, 2016

Cizre'deki evlerin içinden:'Kızlar biz geldik siz yoktunuz' yazıları, yerlerde sergilenen kadın çamaşırları!..

Cizre'deki evlerin içinden:'Kızlar biz geldik siz yoktunuz' yazıları, yerlerde sergilenen kadın çamaşırları!..

Cizre’de yıkıntılar arasındayım. Yanıma gelen Cizreli bir genç, “Nurcan Hanım bu gördükleriniz Cizre’nin görünen tarafı, ama bir de dışarıdan görünmeyen ya da görülse bile yazılmayan daha vahim şeyler var. Size onları gösterelim” diyor.

Gruptan ayrılarak bu Cizreli gencin ardından peşi sıra yürüyorum. Cudi  mahallesi girişinde 5 katlı bir binaya geliyoruz. Bina dışarıdan gayet iyi görünüyor, herhangi bir tahribat yok gibi. Giriş kapısı tarafında koca harflerle “Türk Caddesi” yazılmış, hemen altına da “Bir ölür Bin diriliriz” yazıyor.
Binaya girmek kolay olmuyor. Binanın altındaki marketteki tüm eşyalar, tavuklar, sebzeler…vs. kokmuşlar. Bir iş makinesi marketteki çöpü çıkarmaya çalışıyor. Keskin bir kokunun arasında binaya giriyoruz.

Her katında 2 dairenin olduğu binanın içi tam bir yıkıntı halinde. İçerideki merdivenlerden dairelere geçmek çok zor oluyor. Yıkıntılar, camlar, çöpler üzerinde yürüyoruz. Tüm dairelerin kapısı fünyelerle patlatılmış. Evlerin hepsi harabe içinde. Öyle bir harabe ki içlerini toparlamak mümkün değil.

Sergilenen kadın iç çamaşırları, kullanılmış prezervatifler…