Wednesday, November 29, 2017

Why Turkey is posting paramilitary forces to its own cities

Why Turkey is posting paramilitary forces to its own cities


*As published in Ahvalnews on 12.11.2017
https://ahvalnews.com/pkk/why-turkey-posting-paramilitary-forces-its-own-cities


When the Turkish state needed help protecting Kurdish villages in its southeast region in the mid-1980s from insurgents belonging to the Kurdish-separatist Kurdistan Workers' Party (PKK), then-president Turgut Özal began a “village guard" system. The controversial system, established in 1985, recruited villagers – mostly Kurdish themselves – to act as a paramilitary force both to protect their villages and to aid the Turkish military. The Turkish state has kept the system in place since then, despite opposition from both human rights groups and from within the Turkish parliament.
The number of village guards was around 90,000 in the 1990s. Even though recruitment slowed down during the 2000s – a relatively peaceful period – from the outbreak of new conflict in August 2015 recruitment began to gain speed once again. Unfortunately, there is no precise data on the number of recruits today. The most recent figures from the General Directorate of Provincial Administration are from February 2014. According to those numbers, in 2014 there were 47,800 temporary village guards in addition to 25,000 voluntary village guards in 22 provinces.

Yeni savaşın yeni Korucuları

Yeni savaşın yeni Korucuları

*As published in Ahval on 12.11.2017
 https://ahvalnews.com/tr/korucular/yeni-sava%C5%9F%C4%B1n-yeni-korucular%C4%B1


Koruculuk sistemi kurulduğundan bu yana oldukça tartışmalı bir konu oldu. Hayata geçirildiği 1985’ten bugüne 32 yıl boyunca, insan hakları kuruluşlarının güçlü karşı çıkışları ve parlamentodan çıkan birtakım karşı duruşlara rağmen, koruculuk sistemini devlet ısrarla sürdürdü.
1990’lı yıllarda sayıları 90 bine kadar çıkan korucuların sayısı, 2000’li yıllarda kısmen azalsa da, 2015’te savaşın tekrar başlaması ile hızla artmaya başladı.
Bugün korucu rakamlarına ilişkin elde net bilgiler maalesef mevcut değil. En son Şubat 2014’te İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün açıklamasına göre 22 ilde toplam 47.800 geçici köy korucusu bulunuyordu. Buna ek olarak da yaklaşık 25 bin civarında da gönüllü köy korucusu olduğu tahmin ediliyordu.
Ancak hem bu rakamlar hem de koruculara ilişkin “geçici”, “gönüllü”, “köy korucusu” gibi nitelikler PKK ile savaşın tekrar başladığı 2015 yılından sonra değişmeye başladılar.

Monday, November 20, 2017

Sisi kod adlı terörist

Sisi kod adlı terörist


2016’nın Nisan başıydı. Devletin ajansı AA büyük bir haber geçmişti. Haberde “Sisi kod adlı teröristin sağ ele geçirildiği” yazıyordu. Yandaş medya da büyük puntolarla vermişti haberi.
7 Nisan’da 77 yaşındaki Sisi kod adlı terörist “örgüt üyeliği” iddiası ile tutuklandı. 3 ay sonra, 23 Haziran 2016’da sağlık sorunları nedeniyle tahliye edildi. Ancak 10 ay sonra görülen duruşmada, “Örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlaması ile 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı. 8 Nisan 2017’de cezasının infazının onaylanmasının ardından aynı suçlamadan yargılanan oğlu Zafer Bingöl ile birlikte, tekrar tutuklanarak Muş E Tipi Kapalı Cezaevine götürüldü. 
Yandaş medyanın Sisi adını taktığı teröristi bir de benden tanıyın:

Felek’in kaderi farklı olabilirdi!

Felek’in kaderi farklı olabilirdi!

Muhtemelen duymadınız ismini. İsmi Felek Batur, 7 yaşındaydı. 2 gün önce Siirt’te zırhlı aracın altında kalarak öldü.
Sadece birkaç haber sitesinde, 2-3 cümle ile geçen haberden öğrendiğimiz şu: Felek, kardeşi ile el ele sokakta yürüyormuş. O sırada mahalleye giren zırhlı araç, Felek’i ezip geçmiş. Felek oracıkta kaybetmiş yaşamını. Kardeşi şans eseri yara almadan kurtulmuş diyor haberler. O kardeşin ömür boyu taşıyacağı bir yürek yarasıyla kaldığını es geçerek. Haberler mahallelinin olaya tepki gösterince, polislerin “neden çocuklarınız dışarı çıkıyor” diye mahalleliye çıkıştığını yazıyor. Bir de Felek’in babası şöyle söylemiş haber ajanslarına: “Kızımın tek bir fotoğrafı dahi yok.”

Thursday, November 16, 2017

Osman Kavala, bir iyi adam


Osman Kavala, bir iyi adam

Bu sabah sivil toplumcu, işadamı, Osman Kavala’nın gözaltına alındığını öğrenerek uyandım. Onunla ilgili birçok şeyi biliyorsunuz zaten, ben bilmediklerinizden bahsedeyim.
Osman Kavala ile yaklaşık 16 yıl önce sivil toplum çalışmaları sırasında tanıştım. O zamanlar aktif olduğum kadın çalışmalarına Osman Kavala da yoğun destek veriyordu. Daha sonra kültür sanat alanında yaptığı birçok çalışmanın ya içinde bulundum ya da bir ucunda yer aldım. Yıllar boyunca Kars’tan Muş’a, Diyarbakır’a, Antep’e, Antakya’ya, Mardin’e, Erivan’a, İç Anadolu’ya, Çanakkale’ye, Bursa’ya… ülkenin birçok yerinde aynı masa etrafında bir araya gelemeyecek birçok insanı kültür-sanat çalışmaları ile nasıl bir araya getirdiğine şahitlik ettim. Sadece kültür-sanat çalışmaları da değil, çocuk hakları, mayın mağdurları, yoksulluk, kalkınma çalışmaları, LGBT bireylerin hakları, Kürt sorununun ve Ermeni sorununun diyalogla çözümü, demokrasi, özgürlük, adaletin tesisi…
Öylesine çok ve farklı alanlarda katkı sundu ki bu ülkeye.  Kurucusu olduğu Anadolu Kültür, Anadolu’nun dört bir yanından yerel sanatçıları destekledi, yerel kültürlerin ortaya çıkarılmasında çaba sarf etti. Genç sanatçılara destek verdi. Anadolu şehirlerinde üretilen kültür sanatı diğer şehirlerle buluşturdu. Çocuk hakları için uzun yıllar uğraş verdi. Savaşın ortasında çocuklar için fotoğraf atölyeleri düzenledi. Edebiyat, sinema günleri düzenledi. Üniversitelerde sinema kulüplerinin kurulmasına destek verdi.

Sur’da sonbahar

Uzun bir yazdan sonra sonunda sonbahar geldi. Yapraklar yavaş yavaş dökülmeye başladı. Sur’un ana caddesi Gazi Caddesi hareketli. Cadde girişindeki polis kontrol noktaları ve Sur’a açılan tarihi kapılardaki barikat ve kontrol noktaları artık hayatımızın bir parçası. Bazen bunlardan önceki hayatı, 2 yıl öncesini hatırlamak için zihnimi zorlarken buluyorum kendimi…
Neredeyse her öğlen yaptığım gibi, bu öğlen de barikatların ve eli kalaşnikoflu polislerin arasından, Tek Kapı’dan geçerek giriyorum Sur’a. Aydın Büfe'de bir sandviçten sonra Sur içlerine doğru yürümeye başlıyorum. Yeni düzenlenen ve gösterişli bir park yapılan İçkale tarafına ayaklarım gitmiyor. Sur’un bildiğim, eski sokaklarına dalıyorum. Kilimci Hasan ustayı görüyorum. Kürsüyü uzatıyor, kırmıyorum, çaylar geliyor. Birkaç esnaf daha toplaşıyor. Gündem Güney'deki referandum. Türkiye’nin tavrı Kürtleri bir kez daha öfkelendirmiş görünüyor. “Gerekirse gider Güney için de savaşırız” diyor usta. Gözünden bir gölge geçiyor. Muhtemelen Rojava’da kaybettiği yeğeni aklına düşmüş olmalı diye düşünüyorum. Başka bir esnaf; "Kimse Kürtlere bağımsızlığı altın tepsiyle sunmuyor, her şey şehitlerimizin kanıyla oluyor, Kürtlere söz söyleme hakları yok" diye ekliyor.

Kürdü çıplak soymak


"Bütün köy bir eve sığınmıştık. Üst üste. Askerler geldi. Kocamı dışarı çıkardılar. Soydular herkesin içinde. Dövdüler dipçiklerle. Ben bayılmışım o sırada. Kocamın üzerinden tankla geçmişler. Ertesi gün kocamın etlerini yerden kazıdım”.
Bu sözleri, Tatvan’ın 1990’larda yakılan köylerinden birinde dinlemiştim. Uzun yıllar çalıştığım bu köylerin hikâyesini daha sonra O GÜN ismi ile bir kitapta topladım. Kürdü çıplak soymak bir devlet geleneği şeklinde O GÜN bugündür devam ediyor.
2015’te bu gelenek tekrar hortladı.

Çocuklar öldüler, peki bundan sonrası?

Karanlık bir dönemdi. Şehrim bombardıman altındaydı. Gündüz Sur’a koştuğumuz,  Sur’da yaşananları duyurmaya çalıştığımız, akşamları eve utançla döndüğümüz günler. Sadece Sur değil, Şırnak’tan, Cizre’ye, Silopi’ye, Nusaybin’e, Silvan’a… Çocukların öldüğü günler.
Duvarlarımıza ırkçı yazıların yazıldığı, geceleri “Ermeni piçi” anonslarıyla birlikte, “ölürüm Türkiyem” şarkılarının dinletildiği günler. Yüz binlerce insanın sırtlarında yatak, döşekleri evlerini terk etmeye zorlandığı günler.
Güvercinlerin, ineklerin bile kurşunlandığı günler. İnsanların “hayvanlarımızı niye vuruyorsunuz, onlar da Kürt mü” diye haykırdığı günler. Yerde cenazelerin olduğu günler.

Thursday, November 2, 2017

Zini’nin kemikleri

Zini’nin kemikleri


8 Ağustos 1938 sabahı. Sabahın erken saatlerinde askerler, o zaman Dersim sınırları içerisinde olan (bugün Erzincan sınırları içerisinde) Surbahan ve çevre köylere gelirler. 100 kadar Alevi erkeği, devrilen bir kamyonu kurtarma bahanesi ile toplarlar. Köylüler üç gün bir ahırda tutulurlar. Aralarında şehir esnafından kişiler olduğu gibi ortaokul öğrencileri, muhtarlar, çeşitli mesleklerden insanlar da vardır.  3 gün sonra 100’e yakın köylü iplerle birbirlerine bağlanırlar. Köylülerin yakınları, çoluk çocuk, kadın herkes bağrış çağrış feryat içindedirler.  
“Siz Kızılbaşsınız” denerek yürütülürler, ta ki Ovacık sınırında olan 3200 metredeki Zini Gediği’ne kadar. Burada kurşuna dizilirler. 3 kişi kaçabilir. İkisi yakalanır, başları taşla ezilir. 1 kişi ise kaçabilir ama bağırsakları dışarıdadır, bir müddet sonra ölür. Katledilen köylülerin cesetleri öylece bırakılır ortada. Yasak bölge olduğu için yıllarca kimse gidemez Zini Gediği’ne. 1950’li yılların başında ancak insanlar gidebilirler. Ve orada üst üste yığılmış kemikleri görürler.

Kürt düşmanlığına karşı Kürtlerin birliği

“Sen kaşındın Barzani”
“İsrail Barzani’yi kurtaramaz”
“Referandum yok hükmünde”
“Sorumlusu hesap verir”
“Kaos sandığı”
“Sonrasını Barzani düşünsün”
“Üçlü kıskaç”
“Yazık olacak”
Irak Kürt Bölgesel Yönetiminde dün yapılan referanduma ilişkin Türkiye gazetelerinin manşetleriydi bu sözler. Akit gibi kimi gazeteler daha da ileri giderek Barzani’nin kafası koparılmış karikatürlerini yayınladı.  Irkçı, milliyetçi, şoven söylemleri ile CHP ise bizi yine şaşırtmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan baktı ki referandum oluyor, bu sefer  “Vana bizde”, “bir gece ansızın gelebiliriz”…diye kükremeye başladı.  Barzani’yi “köpek” diye çağıran başdanışmanı anmak bile istemiyorum. Bu mide bulandırıcı dil ve üslup, Türkiye devletinin ne şekilde nasıl insanlar tarafından yönetildiğinin de bir göstergesi elbet. Vanalar kapanır mı, o vananın ucu artık hangi memlekete gider, bir gece ansızın neler neler olur, ömrümüz yeterse bunları göreceğiz elbet.

Savaş çığırtkanlığı yapanlar için birkaç not

Geçtiğimiz haftalarda İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi kıymetli bir rapor açıkladı. 24 Temmuz 2015- 24 Temmuz 2017 dönemi arasında meydana gelen insan hakkı ihlallerine ilişkin bu rapor, geçtiğimiz iki yılın korkunçluğunun sayılara dökülmüş bir ifadesi.
Rapora göre, bu iki yıl içerisinde: