Tuesday, December 26, 2017

Should children die?

Should children die?

The winter months of late 2015 and early 2016 were a dark time in southeastern Turkey. Our cities were under bombardment. There were military curfews in many Kurdish cities. Children were dying from shrapnel and gunshot wounds. Most of schools in the mainly Kurdish southeast were closed. Many teachers had left. Kurdish people were isolated from the rest of the country. It was hard to make even our voices heard under the bombardment.
There were some muted protests in western Turkey. But most of the people who live in the more affluent west of the country appeared indifferent to what was happening in the east.

تركيا.. هل ينبغي أن يموت أطفال المناطق الكردية؟


كانت أشهر الشتاء في أواخر عام 2015 وأوائل عام 2016 فترة عصيبة في جنوب شرق تركيا، حيث تعرضت الكثير من مدننا للقصف ورزحت العديد من المناطق الكردية تحت حظر تجول عسكري. كان الأطفال يموتون جراء الإصابة بشظايا القذائف والطلقات النارية، وأغلقت معظم المدارس فى الجنوب الشرقي ذي الأغلبية الكردية فيما فر العديد من المعلمين هربا من العنف.

100 yıllık inkârın bir parçası olarak kayyımlar

Diyarbakır Demir Otel’de uzun süredir görmediğimiz bir hareketlilik yaşanıyor. "Diyarbakır üzerine örtülü toprağı atıyor mu" diye düşünmeden yapamıyor insan. Demokratik Bölgeler Partisi'nin “Yerel Yönetim Modeli ve Bir Gasp Aracı Olarak Kayyım Uygulamaları Raporu”nu açıklayacağı toplantının yarattığı bir kalabalık bu. Toplantıda hem rapor açıklanıyor, hem de sivil toplum örgütlerinin temsilcileri 15 aydır yaşadıkları kayyımlı hayatı anlatıyorlar.

Kayyım öncesi

Kayyımlar öncesinden başlayalım. 1999, Kürtler için önemli bir tarih. HADEP ilk defa seçimlere girip 37 belediyeyi kazandı. 2004 seçimlerinde kazanılan belediye sayısı 57’e, 2009 seçimlerinde 99’a yükseldi. 2009 seçiminde DTP’nin yüzde 40 kadın kotası koyduğunu da vurgulamadan geçmeyelim. 2012’ye gelindiğinde artık kadın kotası yerine eşbaşkanlık vardı. “Özgür İnsan, Özgür Toplum, Özgür Doğa” sloganıyla girilen seçimde 102 belediye kazanıldı. İmkânsızlıklar içinde, baskılarla kazanılmış 102 belediye!

Türkiye, hak ve özgürlüklerde hiç olmadığı kadar rahatmış


“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilk imzalayan ülkeler arasında yer alan Türkiye, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in temel insan hakları sözleşmelerine taraftır. Kanunlar önünde bireylerin eşitliği ve ayrımcılığa uğramamaları ilkelerine dayanan insan haklarına saygı, Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez niteliğidir.
Ülkemiz son 15 yılda çok farklı alanlarda hayata geçirdiği reform ve düzenlemelerle bu temel niteliğini daha da pekiştirmiştir. Vatandaşlarımızın inançlarını yaşamalarının önündeki engeller kaldırılmış, darbe dönemlerinin vesayet izleri silinmiş, devletle-vatandaş arasındaki bağ daha da güçlendirilmiştir.

Friday, December 15, 2017

Ancient heart of Turkey's biggest Kurdish city ripped up

*As published on Ahvalnews on 05.12.2017
https://ahvalnews.com/sur/ancient-heart-turkeys-biggest-kurdish-city-ripped

The world’s longest 24-hour curfew continues in my hometown.
The curfew that began in six districts of Diyarbakır’s ancient Sur neighbourhood has gone on for two years now. These six districts make up 75 hectares of Sur’s total 148 hectares, that is, about half of Sur.
The curfews started in August 2015 and lasted for just a few days at first, then sometimes for a week or 10 days. They became permanent days after the murder in the city of human rights lawyer Tahir Elçi. On Dec. 2, 2015, the sixth curfew notice was issued. Nine days later, on Dec. 11, 2015, the curfew was lifted for 17 hours, but has been in effect around the clock since then.
With the curfew, the fighting started. From Dec. 2, 2015 until March 10, 2016, Sur was under attack for a full 100 days. People in Sur were dying, and 7,000 years of history was being destroyed. Outside Sur, between the sounds of explosions, life continued in a half-dead way. Inside the ancient heart of the city, dozens of people died, many more were wounded.
Today, the exact number of dead and wounded is still not known. After the end of the operation, when it was still possible to repair Sur’s streets, homes, and neighbourhoods, the government decided to tear it all down instead. The demolition started in March 2016.

تركيا.. وكأن ما مضى ليس عامين، بل 1000 عام!

*As published in Ahvalnews on 02.12.2017
https://ahvalnews.com/tr/nurcanbaysal
لا زال أطول أنواع حظر التجوال في العالم مفروضًا ومستمرًا في بلدي.
في 2 ديسمبر 2015 بدأ حظر التجوال رقم 6 يطبق في 6 أحياء من منطقة سور التابعة لديار بكر جنوب شرق تركيا، وقد أكمل عامه الثاني منذ أيام.
تشغل تلك الأحياء الستة مساحة 75 هكتارًا من منطقة سور المقامة على 148 هكتارًا، أي إنها تعادل نصف المدينة.
وكانت فترات حظر التجوال -الذي بدأ في أغسطس 2015- تستمر لبضعة أيام في أول الأمر، ثم أصبحت تستمر ما بين أسبوع- 10 أيام أحيانَا. وقد تأبَّد هذا الحظر بعد مقتل رئيس نقابة محاميِّ ديار بكر السيد طاهر ألتشي؛ ففي 2 ديسمبر 2015 فرض حظر التجوال للمرة السادسة. وبعد 9 أيام، أي في 11 ديسمبر 2015 منحت السكان مهلة لمدة 17 ساعة ليخرجوا من منطقة سور. ولا يزال الحظر مستمرًا اليوم كما كان بالأمس.

Sanki 2 yıl değil, bin yıl geçmiş gibi…

Sanki 2 yıl değil, bin yıl geçmiş gibi…

*As published in Ahvalnews
https://ahvalnews.com/tr/sur/sanki-2-yil-degil-bin-yil-gecmis-gibi

Dünyanın en uzun sokağa çıkma yasağı memleketimde devam ediyor.
Diyarbakır Sur’un 6 mahallesinde, 2 Aralık 2015 tarihinde başlayan 6. sokağa çıkma yasağı bugün ikinci yılını doldurdu.
Bu 6 mahalle 148 hektar üzerine kurulu Sur’un 75 hektarına, yani yarısına tekabül ediyordu.
Ağustos 2015’te başlayan ve ilk başta birkaç gün, bazen 1 hafta-10 gün gibi sürelerle devam eden yasaklar, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sonra kalıcılaştı. 2 Aralık 2015 tarihinde yasak 6. kez ilan edildi. 9 gün sonra, 11 Aralık 2015’te, Sur’dan insanlar çıksın diye yasağa 17 saatlik bir mola verildi. Yasak o gün bugündür devam ediyor.
Yasakla birlikte bombardıman başladı. 2 Aralık 2015-10 Mart 2016 arası tam 100 gün Sur bombardıman altındaydı. Sur’da insanlar ölür, 7000 yıllık bir tarih yok olurken, Sur dışında da “bom, bom, bom”… sesleri arasında yaşam yarı-ölü bir şekilde devam etti. Onlarca insan öldü. Onlarca insan yaralandı.

Tuesday, December 12, 2017

Ben bu yazıyı yazacağım, muhtemelen siz okuduğunuzda inanmayacaksınız

Ben bu yazıyı yazacağım, muhtemelen siz okuduğunuzda inanmayacaksınız


“Ölüm acı, ama sevdiğinin cenazesinin verilmemesi daha acı. Yüzüne karşı alaycı bir şekilde cenazenin kurda kuşa yem edildiğinin söylenmesi ise, bu acının tarifi yok. Oğlum 93 doğumluydu. Askerliğini de yapmıştı. Askerden sonra dağa gitti. Bu yıl 5 Mayıs’ta oğlumun çatışmada öldürüldüğü haberini aldık. Televizyonlarda çıkmış ölüm haberi. Çukurca’da öldürülmüş. İnternete girdik, sosyal medyada, güvenlik güçleri tarafından kullanıldığı söylenen “kanlıkule” isimli twitter hesabından oğlumuzun parçalanmış cenazesinin resminin paylaşıldığını gördük.
Resimde özel timler ayakları ile basmışlardı oğlumuzun cenazesine. Taziyemizi kurduk. 20 gün sonra eşimle birlikte Hakkari’ye gittik. İlgili komutanla görüştük. ‘Cenazemizi almaya geldik’ dedik. ‘Cenazeniz yok, dereye attık’ dedi.  Dedim ki ‘Bak paşam, çocuğumu niye öldürdün demiyorum sana. Kirli bir savaşın içindeyiz hepimiz. Ama cenazemi bana vermekle mükellefsin. Çocuğum idamla yargılanmış olsaydı bile, mahkemesi bitmiştir artık. Benim ana baba olarak çocuğumu gömme hakkım var. Siz araziye gidip alamıyorsanız, ben gidip alayım çocuğumun cenazesini’ dedim. Hatta ‘gideyim tüm analar adına tüm cenazeleri alayım’ dedim. ‘Geçen hafta öldürdüklerimizi kediler köpekler yiyor alanda’ dedi. ‘Senin çocuğun var mı?’ diye sordum. ‘Bak ben çocuğumu kendim dağa yollamadım. Çocuğum dağa sizin yüzünüzden gitti.  Burası bir hukuk devleti ise benim çocuğumu gömme hakkım var. Dünya tarihi boyunca herkes gider, savaştan sonra cenazesini alır ve çocuğunu gömer.” Dedi ki ‘cenazeyi vereyim de 2000 kişi cenaze törenin de mi yürüsün?’ ‘
Oğlumu sessiz sedasız gömeceğim. Annesi bir parça kemik istiyor paşam. Bunu bize yapma’ dedim. ‘Yok, cenaze yok, dereye attık’ dedi. ‘Bak paşam sana yalvarıyorum, elini ayağını öpeyim, bize bu acıyı yaşatma’ dedim. ‘

Yıkıntılar arasında

Kaç yıldır artık yıkıntılar arasında yaşıyoruz bilmiyorum. Geçenlerde bir arkadaşım Sur’da bir yerden geçerken “burada eskiden şöyle bir ev vardı, hatırlıyor musun?” diye sordu. Dehşet içinde fark ettim ki hatırlamıyorum. Sanki uzun yıllardır bu yıkıntılar var, uzun yıllardır yıkıntılar arasında yaşıyormuşuz gibi…
Yine öyle hüzünlü bir Diyarbakır günü. Kayyımın her 10 metreye astığı “Her şey Diyarbakır için”, “İsteyince oluyor”, “Diyarbakır’a hizmet etmekten onur duyuyoruz”, “Daha güzel bir Diyarbakır için çalışmalarımız devam ediyor”, “İşimiz gücümüz Diyarbakır”… pankartları arasında Sur’a giriyorum. Önce yıkımın geldiği boyutu net görebilmek için yüksek bir binanın çatısına çıkıyorum. Karşımda yasağın hala devam ettiği, artık dümdüz bir arazi olan Xançepek (Gavur Mahallesi) var. Dört Ayaklı Minarenin arkasından itibaren bomboş bir arazi ve bu arazinin içine yeni yapılan saçma sapan beton birkaç ev. Öfke ve sızı her yanımı kaplıyor. Hemen sağda üstü Türk bayrakları ile kaplı, girmenin hala yasak olduğu Keçi Burcu görünüyor. Sadece 2 yıl önce Keçi Burcunun üzerinde kahve içtiğimizi düşünüyorum. Burcun çıkıntılarından Hevsel’e bakmak çocuklarımın en büyük keyiflerinden biriydi… Sızım ve öfkem artıyor.

Tuesday, December 5, 2017

TOKİ’ler ve Cenazeler

TOKİ’ler ve Cenazeler


Geçen hafta medyanın bir kısmında ufak bir haber geçiyordu:
“Şırnak’ta TOKİ’lerin yapıldığı alanda 2 cenaze daha bulundu”.
“Daha” kelimesini açalım. Ekim ayında Şırnak’ta yine TOKİ’lerin yapıldığı alanda bir cenaze “daha” bulunmuştu. Mayıs ayında yine Şırnak’ta TOKİ inşaatında 2 cenaze “daha” çıkarılmıştı. Mayıs ayında Nusaybin’de de TOKİ inşaatında cenazeler çıkıyordu. Ekim ayında Nusaybin’de TOKİ inşaatında bir cenaze “daha” bulunacaktı… Aynı şey Yüksekova ve Cizre için de geçerli. Kentler yıkılıyor. Cenazeler çıkarılmadan üzerine hızla TOKİ’ler inşa ediliyor. Sonra Kürtlere kemiğin, kanın, cenaze parçalarının üzerine yapılan evlere “git yerleş” deniyor.
Geçen hafta Karin Karakaşlı Duvar’da yazmıştı içinde bulunduğumuz “serbest kötülük” halini. Marina Abramovic’in  “Rhythm 0” adını verdiği gösteriden örnekle, “kötülüğün hiçbir cezaya maruz kalmadan, aslında tam bir cezasızlık ve sorumsuzluk iklimi içerisinde hızla yayılışının hikâyesini” anlatmıştı Karin Karakaşlı.[1]  Uzun süredir düşünüyorum da, kötülük hiç bu kadar serbest olmuş muydu?

Sunday, December 3, 2017

Kürt Çocukların Öfkesi

Son birkaç haftadır Kürt illerindeki okullardan geçen resimlerin içimde bıraktığı sızının tarifi gerçekten imkânsız. Belki de nedeni, bu görüntülerin beni anmayı sevmediğim, güzel anılarla hatırlamadığım çocukluğum ve okul dönemlerime götürmüş olması.  
Bir görüntüde alnına ay yıldız çizilmiş, eline bayrak tutuşturulmuş küçük Kürt çocuklar var. Siirt Kurtalan'ın Kayabağlar köyü ilkokulunda, öğretmenler çocukların alınlarına ay yıldız çizerek, ellerine bayrak verip evlerine bu şekilde göndermişler. Bismil’de bir okulda ise bu sefer, akıllı tahtaya yansıttığı Türk bayrağı önünde bozkurt işareti pozu veren öğretmen var. Bu öğretmen Kürt çocuklara eğitim veriyor. Bir başka resim ise Şırnak’tan. Tahtaya 3 şey yazılmış. İlki “Kürtçe konuşmayacağım”, ikincisi “ders içinde konuşmayacağım”, üçüncüsü “sınıfta kavga etmeyeceğim”. Yani en önemlisi sınıfta Kürtçe konuşmamak. Bu kavga etmemekten çok daha önemli öğretmenin gözünde.

لماذا تقوم تركيا بنشر قوات شبه عسكرية في مدنها

*As published in Ahvalnews on 12.11.2017
https://ahvalnews.com/tr/nurcanbaysal

عندما اضطرت الحكومة التركية إلى حماية القرى الكردية في جنوب شرقها في منتصف الثمانينيات من المتمردين المنتمين إلى حزب العمال الكردستاني، قام الرئيس تورغوت أوزال آنذاك بتفعيل نظام "حراسة القرى" الذي أنشئ في عام 1985. فقد قام هذا النظام بتجنيد القرويين، معظمهم من الأكراد أنفسهم، للعمل كقوة شبه عسكرية لحماية قراهم ومساعدة الجيش التركي. وحافظت تركيا على النظام منذ ذلك الحين، على الرغم من معارضة كل من جماعات حقوق الإنسان وأعضاء البرلمان التركي.
ووصولاً إلى التسعينيات، وصل عدد حراس القرى إلى حوالي 90 ألف حارس. وعلى الرغم من تباطؤ هذه العملية خلال العقد الأول من القرن الحادي والعشرين، فترة سلمية نسبياً، إلا أنه منذ اندلاع نزاع جديد بين تركيا والأكراد في أغسطس 2015، تسارعت وتيرة توظيف "حارسي القرى" بشكل متزايد مرة أخرى.

Saturday, December 2, 2017

Süryani halkının yalnızlığı

Süryani halkının yalnızlığı


Dün akşam vakitlerinde Midyat’a bağlı Derkube (Karagöl) köyünden bir telefon aldım. Derkube bir Süryani köyü. Telefonun ucundaki Süryani, ürkmüş bir şekilde bir yakınının başından geçen olayı anlatıyor ve bunu duyurmam için benden yardım rica ediyordu. Önce anlattıklarını kendisinden bir dinleyelim:
“Son 2 yıldır Bölgede Süryani köyleri de dâhil birçok köyde operasyonlar var. Operasyona çıkan askerler sık sık köylere de geliyorlar. Aslında askerlerle şimdiye dek büyük bir problem yaşamadık. Geçenlerde zırhlı araçlarla köye geldiler. ‘Su içebilir miyiz’ diye sordular, su verdik. Köyümüzde 1600 yıllık bir kilise var. Kilisenin içini görmek istediler, ‘buyurun’ dedik. Kapıdan bakıp gittiler. Ancak geçen hafta şöyle bir olay yaşadık. Engelli bir yakınım var. Kendisi keçi otlatırken köyün mezrasında bir grup asker ve korucu ile karşılaşıyor.  Korucular ‘burada hiç PKK’li gördün mü?’ diye soruyorlar. Yakınım ‘hayır bir şey görmedim’ diye cevaplıyor. Koruculardan biri başına silahı dayayarak ‘seni öldüreceğiz’ diyor. Köye doğru gidiyorlar, telefonla arayınca yakınımın abisi geliyor. Korucular ‘siz bu dağlarda militan besliyorsunuz, sizi de karılarınızı, kızlarınızı da yaşatmayacağız, yok edeceğiz sizleri’ diye tehdit ediyorlar. Korkunç hakaret ediyorlar. Komutan da geliyor, o da sert davranıyor. Korucular ‘eğer bu civarda herhangi bir PKK’linin izine rastlarsak sizi gelip tarayacağız’ diyerek köyden ayrılıyorlar.”

Kürt’ün gasp edilen iradesinde “yeni bir gelişme yok”

Diyarbakır’da artık değişmeyen mutsuz sabahlardan biri daha. Tüm bu olumsuzluk ve mutsuzluk bulutu arasında, ayağa kalkmak için enerji toplamaya çalışırken telefonuma bir mesaj geliyor. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden gelen mesajda şöyle yazıyor:
“1 yıldır size hizmet etmekten daima onur duyduk. Sizlerle daha güzel günlere… Cumali Atilla Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı”.
Güleyim mi ağlayayım mı gerçekten bilemiyorum. Seçtiğimiz Belediye Başkanı asılsız suçlamalarla cezaevine atıldı. 1 yıldan fazladır cezaevinde ve yarın Malatya’da duruşması var. Koltuğu zorla gasp edildi. Ve bu zorla oturulan koltuktan, iradesi gasp edilmiş halka bu mesajı atabilmek… Kayyım gerçekten kendisini bu şehrin belediye başkanı mı sanıyor? Yürürken, arabayla geçerken, herhangi bir şekilde bu şehirdeki insanların hiç mi yüzüne bakmıyor, yüzlerdeki derin hüzün, mutsuzluk ve öfkenin hiç mi farkında değil?